Gerek Kitap ve Sünnet'in nasları, gerekse İslam ulemasının kavilleri
fertler ve toplumlar için tevhid kelimesi ‘La İlahe İllallah’ı ikrar
etmeleriyle birlikte İslam akdinin başladığını ortaya koymaktadır. Bu
hususta herhangi bir tartışma söz konusu değildir. Allah’ın Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine gelenlerden bu kelimenin ikrarını
onların İslam’ı için yeterli görmüş ve bu kelime sayesinde onların mal ve
canlarını koruma altına almıştır.
İbn
Receb el-Hanbelî şöyle der:
“Kesin olarak bilinen şeylerden biride şudur: Peygamber sallallâhu aleyhi
ve sellem, İslam’a girmeyi isteyerek kendisine gelen kimseden yalnızca
şehadeteyni kabul eder ve bu sebeple onun kanını korur, kendisini Müslüman
addederdi.”[“Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem”, sf. 118.]
İbn Ömer radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine
göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah'ın elçisi olduğuna
şahitlik edinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar insanlarla savaşmakla
emrolundum. Şayet bunu yaparlarsa –İslâm’ın hakkı hariç- kanlarını ve
mallarını benden korumuş olurlar, hesaplarını görmek ise Allah'a aittir.”[ Buhârî, Kitabu’l-iman, 17; Müslim, Kitabu’l-iman, 20.]
Ebu
Hureyre radıyallâhu anh’den nakledilen diğer bir rivayette ise şöyle geçer:
“Bana ‘Lâ ilâhe illallah’ deyinceye kadar insanlarla savaşmak emredildi.
Artık her kim ‘Lâ ilâhe illallah’ derse -İslam’ın hakkı müstesna- malını ve
canını benden korumuş olur. Artık onun hesabı Allah’a aittir.[ Müslim, Kitabu’l-iman, 21.]
İmam Nesâî’nin Sünen’inde ise şöyle bir
farklılık vardır:
“Bana Allah’tan başka (hak) bir ilâhın olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın
kulu ve Rasûlü olduğuna şahadet edene kadar müşriklerle savaşmak
emredildi…”[Nesâî, hadis no: 3903.]
Hadis kitaplarında bu konuya ilişkin birçok rivayet bulmak mümkündür.
Maksat hâsıl olduğu için biz bu rivayetlerle iktifa ediyoruz.
Tüm bu hadisler yukarıda da söylediğimiz gibi Tevhid Kelimesi’nin ikrarının
İslam akdi için sabit olduğu, bu kelime ile insanların mallarını ve
canlarını koruma altına aldıklarını göstermektedir. Bununla beraber hadisin
zahirinde bir müşkilatın varlığı da aşikârdır. Zira verdiğimiz hadislerin
zahiri savaşı sadece Tevhid Kelimesi'ni ikrar etmeyen, namaz kılmayan ya da
zekât vermeyen kimselere hasretmekte; tevhid kelimesini ikrar edip namaz
kılan ve zekât verenler nübüvveti ya da ahireti inkâr etseler dahi,
savaşılamayacağını göstermektedir. Hâlbuki Rasulullah'ın risaletini ikrar
ettiği halde risalet iddiasında bulunan taifelerle savaşılacağı hususunda
sahabe icması mevcuttur.
Diğer taraftan hadislerin zahirine göre bütün insanlarla bu şartlar
tahakkuk edene kadar savaşmak vaciptir. Ancak bilindiği üzere cizye ödeyen
ve anlaşma yapan bazı taifelerle savaşılmamaktadır. İşte hadislerin
zahirinde mevcut bu müşkilattan dolayı İslam âlimleri tarafından hadis
tevil edilmiş, diğer naslarla beraber anlaşılmıştır.
Bundan dolayı
Hafız İbn Hacer rahimehullah "Rasulullah'ın risaletine şahitlik etme
şartı onun getirdiği şeylerin tamamına iman etmeyi gerekli kılar. Aynı
zamanda hadiste geçen “ancak İslam'ın hakkı müstesna” ifadesi bunların
tümünü kapsamaktadır”[ İbn-i Hacer el-Askalânî, “Fethu’l-Bârî”, 1/114] dedikten sonra hadisin teviline
dair 6 görüş getirmiştir. Bunlardan en çok kabul gören yorum şu ikisidir:
Hadiste geçen “…insanlar…” ifadesinin orijinal metninin başındaki “Elif
Lam/el takısı” umum ifade eder. Buna göre her türlü kafir ve müşrik
ifadenin kapsamına girer. Ancak bu umum ifade diğer naslarla tahsis
edilmiştir.
İkinci olarak ise “…insanlar…” ifadesinin orijinal metninin başındaki “Elif
Lam” ahd-i zihnî bildirir ki, bununla genel ifadeden özel bir şey yani ehli
kitap dışındaki müşrikler kastedilmiştir.[ Daha geniş bilgi için bkz. “Fethu’l-Bârî”, 1/114.]
Sonuç olarak hadisten anlaşılan, tevhid kelimesi La İlahe İllallah'ın
ikrarı ile İslam akdinin sabit olacağı kaidesi, tüm toplumlar ve tüm
fertler için geçerli değildir. Bu noktada bir ayrım kaçınılmazdır.
Yeryüzünün neresinde ve hangi akideye sahip olursa olsun herkes, sadece
tevhid kelimesini ikrar etmekle Müslüman olarak addedilemez. Ayrıca kişi
sadece tevhid kelimesini ikrar etmekle Müslümanlara uygulanan hakların
tamamını da elde edemez. Buna karşılık bu kelimenin ikrarı kâfirlerin
aleyhine olan bazı hükümlerin –kılıç hükmü gibi- uygulanmasını durdurur.
Konuya Dair İslam Âlimlerinin Görüşleri
Gerek seleften gerekse haleften konuya dair açıklamalarda bulunan İslam
alimlerinin tamamı, yukarıda vermiş olduğumuz sonuç parağrafındaki
cümlelerimizi sarih bir şekilde eserlerinde belirtmişlerdir.
İmam Hattabî der ki: “Malumdur ki
bununla ehli kitap değil putperestler kastedilmiştir. Çünkü ehli kitap
olanlar Allah’tan başka ilâh yoktur derler de yine de onlarla savaşılır ve
tepelerinden kılıç inmez.”[ Bkz. İmam Nevevî, “Şerhu Sahîhi Müslim”, 1/167.]
Kadı Iyâz der ki: “Mal ve can
dokunulmazlığının “La İlahe İllallah” diyenlere mahsus oluşu imana icabetin
ifadesidir. Bu sözle kastedilenler Arap müşrikleri olan putperestler ve bir
Allah’ı tanımayanlardır. İlk defa İslam’a davet olunanlar ve bu uğurda
kendileri ile harb edilenler bunlardır. La İlahe İllallah kelimesini telaffuz
edenlere gelince onların dokunulmazlığı için yalnız “La İlahe İllallah”
demeleri kâfi değildir. Çünkü onlar bu kelimeyi küfür halinde iken
söylemektedirler. Zaten Allah’ı birlemek onların itikatları
cümlesindendir.”[ Bkz. İmam Nevevî, “Şerhu Sahîhi Müslim”, 1/167]
İbn Battâl şöyle der: “Hz. Peygamber
sallallâhu aleyhi ve sellem bu babın hadisini Allah’ı birlemeyen ve
kendilerine “Lâ ilâhe illallah” denildiğinde büyüklük taslayan
putperestlerle savaş ortamında söylemiş ve bunun akabinde onları Allah’ı
birleyerek putları terk etmeye davet etmiştir. Onlardan kim bunu ikrar
ederse zahiren İslam’a girmiş oluyordu. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve
sellem Allah’ı birledikleri halde kendi peygamberliğini kabul etmeyen küfür
ehli diğer insanlarla ise savaşını sürdürmüştür.”[ İbn Battâl, “Şerhu Sahihi’l-Buhârî”, 2/53]
İmam Beğavî der ki: “Bu tevhidi kabul
etmeyen putperestler hakkındadır. Böyleleri kelime-i tevhidi ikrar
ederlerse onların Müslüman olduklarına hükmedilir. Tevhidi kabul ettiği
halde peygamberliği inkâr eden kimseye gelince; bu kimse “Muhammed Allah’ın
Rasûlüdür” demediği sürece sırf “Lâ ilâhe illallah” demesi sebebiyle
İslam’ına hükmolunmaz. “Muhammed Allah’ın Rasûlüdür” derse o zaman Müslüman
olur. Ancak bu kimse “Muhammed yalnızca Araplara gönderilmiş bir
peygamberdir” diyen kimselerden ise Rasûlullâh’ın tüm insanlığa gönderildiğini
ikrar edene kadar yine İslam’ına hükmedilmez. Sonra ahirete inandığını ve
İslam’ın haricindeki tüm dinlerden uzak olduğunu ikrar etme noktasında
imtihan edilmesi güzel görülmüştür.”[ İmam Beğavî, “Şerhu’s-Sünne”, 10/243. 2562 nolu hadisin şerhi.]
Bedreddin el-Aynî şöyle der: “Hadisin
zahiri müşrik(ler) hakkında söylendiğini gösteriyor. Bir müşrik “Lâ ilâhe illallah”
derse bununla, onun Müslüman olduğuna hükmolunur. Şayet ölünceye kadar bu
hâl üzere devam ederse cennete gider. Fakat şahadet getiren kimse Allah'a
inanıp da, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamberliğini tasdik
etmez yahut onun hassaten Araplara gönderildiğini iddia ederse sırf “Lâ
ilâhe illallah” demekle Müslüman olduğuna hükmedilmez. Mutlaka “Muhammedün
Rasûlüllah” demesi gerekir.”[ Bedreddin el-Aynî, “Umdetü’l-Kari Şerhu Sahihi’l-Buhârî”, 8/5970.]
İmam Muhammed “es-Siyeru’l-Kebîr” adlı değerli
eserinin 4510. bendinde şöyle der:
“Daha öncede belirttiğimiz gibi kâfir, üzerinde bulunduğu inancın
hilafına bir şeyi açığa vuracak olsa onun Müslüman olduğuna hükmedilir. Bu
konuda temel dayanak Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in “İnsanlar ‘Lâ
ilâhe illallah’ deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum” sözüdür.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bunu söylemeyen putperestlerle
savaştı. Nitekim yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Çünkü kendilerine “Lâ ilâhe illallah=Allah’tan başka ilâh yoktur”
denildiği zaman kibirle direnirlerdi.” (Sâffât, 35)
Dolayısıyla Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kişilerin “Lâ ilâhe
illallah” demelerini imanlarına alamet saymıştır.
Ayrıca Medine’de Yahudileri İslam’a davet ettiğinde peygamberliğini ikrar
etmelerini imanlarına alamet saymıştır…”
İmam Muhammed 4519. bentte de şöyle der:
“Bu gün Müslümanlar arasında yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlardan biri “Lâ
ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullâh” diyecek olsa, o bu sözü ile Müslüman
olmaz.”
Kitabı şerh eden büyük Hanefî âlimi İmam Serahsî
ise bu metni şöyle açıklar:
“Çünkü herkes biliyor ki aramızda yaşayan her Yahudi ve Hıristiyan bunu
söylemektedir. Kendisinden bu sözü ile ilgili açıklama istediğimiz zaman:
‘Muhammed Allah’ın size gönderilmiş Rasûlüdür, İsrailoğullarına değil’ derler…”
“… O halde onlardan birinin Müslüman olduğuna hükmedebilmemiz için bu söze
ilave olarak kendi dininden teberri ettiğini (beri olduğunu) da ifade
etmesi gerekir. Mesela Hıristiyan ise ‘ben Hıristiyanlıktan beriyim’,
Yahudi ise ‘ben Yahudilikten beriyim’ demesi gerekir. Kendi inancına
muhalif olan bu sözü ilave etiği zaman ancak Müslüman olduğuna
hükmedebiliriz.”
İmam Muhammed şöyle devam eder:
“Hıristiyan biri: “Allah’tan başka ilâh bulunmadığına şahitlik ederim, ben
Hıristiyanlıktan beriyim” dese bu sözle Müslüman olmaz.”
İmam Serahsî bu bendin şerhinde der ki:
“Olabilir ki bu sözüyle Yahudiliğe girdiğini anlatmak istemektedir… Ancak
kişi, bu sözü söyledikten sonra İslam’a girdiğini belirtirse, söz konusu
ihtimal ortadan kalkmaktadır. Artık o kimse Müslümandır.”[ Bkz. “Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr”, 4510. madde ve devamı]
Burada oldukça dakik bir nükteye dikkat çekmek isterim. İbn-i Abidin “Haşiye”sin'de İmam Serahsi’nin bu
sözünü zikrettikten sonra şöyle der:
“Bir putperest ‘Ben Müslümanım, Muhammed’in dini üzerindeyim…’ derse bu
sözü ile Müslüman olur. Aynı şekilde bizim beldemizdeki Yahudi ve
Hrıstiyanlarda bu sözleri ile Müslüman olurlar. Zira bizim beldemizdeki
Yahudi ve Hristiyanlar (kendi dinleri üzerinde iken) ‘Ben Müslümanım’
demezler. Nitekim onlar bir işi yapmamaya azmettikleri zaman ‘Eğer böyle
yaparsam Müslüman olayım’ derler.”[ Haşiyetu İbn-i Abidin 4/228]
Burada dikkat
çekmek istediğim husus şudur: Yukarıda vermiş olduğum nakillerde İmam
Muhammed ve İmam Serahsi bir Yahudi ve Hrıstiyan’ın “Ben Müslümanım”
demesiyle Müslüman olmayacağını belirtirlerken aynı mezhepten olan İbn-i
Abidin zahiren muhalif bir fetva vermektedir. İmam Muhammed ve İmam
Serahsi’nin fetvalarının illeti, o dönemde yaşayan Yahudi ve Hrıstiyanların
kendi dinleri üzerinde iken “Ben Müslümanım” demeleridir. İbn-i Abidin’in
fetvasının illeti ise, kendi döneminde ve kendi beldesinde yaşayan Yahudi
ve Hrıstiyanların bu lafzı kullanmamalarıdır. Bundan anlaşılan ise şudur:
Bir kimsenin Müslüman olarak kabul edilebilmesi için, Müslüman olmadan önce
taşıdığı akidenin önemi büyüktür. Bu noktada temel kural İmam Muhammed'in
de yukarıda vermiş olduğumuz sözünden anlaşılacağı üzere kişinin mevcut
akidesini terk ettiğini ortaya koyan söz ve ameli ile Müslüman olarak
isimlendirilebileceğidir. Nitekim bunun açıklaması olduça geniş bir şekilde
bir sonraki başlığımızda ele alınacaktır.
Burada son olarak İmam Tahavi'nin konuya dair oldukça nefis açıklamalarına
yer vermek isterim. İmam Tahavi konu hakkında
yukarıda vermiş olduğumuz bilgilerin benzerlerini zikrettikten sonra şöyle
der:
"Kafir bir kimse, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in
Allah'ın Rasulü olduğuna şahitlik getirmedikçe, İslam'ın dışındaki bütün
dinleri reddedip onlardan uzak kalmadıkça Müslüman olmaz, onun lehine ve
aleyhine İslam'ın hükümleri tahakkuk etmez. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem) kendisine İslam'ın alametine dair soru sorulunca Muaviye b.
Hayde'ye "Kendimi Allah'a teslim ettim ve (onun dışındaki her
mabuddan) uzaklaştım deyip namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen,
müşrikleri bırakıp Müslümanlara katılmandır" diye cevap verdiğine,
terk edip uzaklaşmak ise bütün dinleri terk edip Allah'a yönelmek olduğuna
göre, bununla İslam'ın dışındaki her türlü inançtan uzaklaşmayan kimsenin
sadece bu kadarı ile İslam'a girdiğinin bilinmeyeceği de sabit olmaktadır.
İşte bu İmam Ebu Hanife'nin, Ebu Yusuf'un ve Muhammed'in de –Allah'ın
rahmeti hepsinin üzerine olsun– görüşüdür."["Şerhu Meâni'l-Âsar", 5/212-213]
Yukarıda "Ayrıca kişi sadece tevhid kelimesini ikrar etmekle
Müslümanlara uygulanan hakların tamamını da elde edemez. Buna karşılık bu
kelimenin ikrarı kâfirlerin aleyhine olan bazı hükümlerin –kılıç hükmü
gibi– uygulanmasını durdur” sözümüze dair İbn
Hacer'in şu sözünü de nakletmek yerinde olacaktır:
“Bu hadiste La İlahe İllallah diyen bir kimsenin –buna başka bir şey ilave
etmese dahi– öldürülmesinin engelleneceğine dair bir delil vardır. Bu
böyledir ancak kişi sırf bununla Müslüman olur mu? Tercih edilen görüşe
göre bununla Müslüman olmaz. Denenene dek öldürmekten el çekmek gerekir.”[İbn Hacer el-Askalânî, “Fethu’l-Bârî”, 12/392]
Sonuç olarak üstte Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den naklettiğimiz
hadislerde yer alan “insanlarla savaşmakla emrolundum” ifadesinde ki
“insanlar”dan kasıt tüm ulemaya göre putperest Arap Müşrikleridir. Zaten
bu, İmam Nesâî’nin rivayetinde açıkça ifade edilmiştir.[ Bkz. Nesâî, 3903 nolu hadis.]
Hadislerin yorumuna dair âlimlerden yaptığımız alıntılar ise son derece
önemlidir. Onların tamamı “Lâ ilâhe illallah” şahadetini –putperestler
gibi– aslen onu kabul etmeyen kimseler hakkında geçerli saymışlardır. Haddi
zatında onu kabul ettiği halde halen şirk inançlarında devam eden kimseler
hakkında ise bu kelimeyi onların İslam’ı için yeterli görmemişler, bununla
beraber üzerlerinde bulundukları şirki reddeden sarih ifadeler
kullanmalarını da şart koşmuşlardır.
Burada bazı noktalara işaret etmekte fayda
vardır.
1-) Allah’ın Rasûlü sallallâhu aleyhi ve
sellem kendisine gelen müşriklerden sadece “Lâ ilâhe illallah” demelerini
onların Müslüman olmaları için yeterli görüyordu. Bunun nedeni ise “Lâ
ilâhe illallah” şahadetinin içerdiği harflerin söylenmesi ile İslam’a
alamet değil; bilakis şirkten tevbe etmeye sembol oluşuyla İslam’a alamet
olmasıdır.[ Bkz. “Güncel İtikat Meseleleri”, sf. 18.] Yani o zamanın insanı bu
kelimeyi telaffuz ettiğinde bununla üzerinde bulunduğu akideyi terk
ettiğini ilan etmiş oluyordu. Bu nedenle de Hz. Rasûlullâh onları Müslüman
kabul ediyor ve hem canlarını hem de mallarını güvence altına alıyordu.
Daha sonraki dönemlerde aynı kelimeyi telaffuz ettiği halde üzerinde bulunduğu
şirk akidesini terk etmeyen insanların türemesi sonucu Rasûlullâh’ın
varisleri olan müctehid âlimler bu meseleyi ele almış ve şirk halinde “Lâ
ilâhe illallah” diyen kimselerin İslam’ını geçerli saymamışlardır. Bu
noktada Kadı Iyaz’ın tespitini tekrar hatırlatmakta gerçektende çok yarar
vardır. Ne diyordu o değerli İmam?
“La İlahe İllallah kelimesini telaffuz edenlere gelince onların
dokunulmazlığı için yalnız “La İlahe İllallah” demeleri kâfi değildir.
Çünkü onlar bu kelimeyi küfür halinde iken söylemektedirler. Zaten Allah’ı
birlemek onların itikatları cümlesindendir.”[ Bkz. İmam Nevevî, “Şerhu Sahîhi Müslim”, 1/167.]
Haydar Hatipoğlu şöyle der:
“Onlar (yani Ehl-i Kitap) tevhid kelimesini Müslümanlığı kabullenmek
üzere getirmezler. Putlara tapanlar ise Allah’a bir takım ortaklar koşarlar
ve bunların hepsinin ilâh olduğunu söylerler. Bu itibarla putlara tapan
müşrikler Tevhid kelimesini getirmekle Müslümanlığı kabul ettiklerini
itiraf etmiş olurlar.”[ Haydar Hatipoğlu, “İbn-i Mâce Şerhi”, 10/133.]
2-) Üstte Rasûlullâh sallallâhu aleyhi
ve sellem’den nakledilen hadisler de bazı farklılıklar vardır. Bu
hadislerin bazısında insanların sadece “Lâ ilâhe illallah” demelerini
yeterli görmüşken bazılarında da “Muhammedün Rasûlullâh” demelerini şart
koşmuştur. Diğer bazı rivayetlerde de bu iki şarta ilaveten bizim
kıldığımız gibi namaz kılmayı, bizim kıblemize yönelmeyi ve bizim
kestiklerimizi yemeyi de ayrıca zikretmiştir. Bu farklılıkların sebebi ise
İmam Taberî ve başka âlimlerin belirttiğine göre şöyle izah edilebilir:
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem birinci şartı, haddi zatında Allah’ı
birlemeyen müşriklere getirmiştir. İkinci şartı, Lâ ilâhe illallah’ı kabul
ettiği halde Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in peygamber oluşunu
inkâr edenlere şart koşmuş. Üçüncü şartı ise, bunların her birini kabul
ettiği halde İslam’ın emir ve yasaklarına boyun eğmeyenlere getirmiştir.
Bu taksimattan anlaşıldığına göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem
her insanın eksik olduğu noktayı tespit ediyor ve onun bu eksikliğini
giderme adına onun için şartlar getiriyordu. Örneğin Lâ ilâhe illallah’ı
kabul eden birisinin Müslüman olabilmesi için ona “Lâ ilâhe illallah de”
demiyor; aksine böylesi biri için “Muhammedün Rasûlullâh” demesini zorunlu
kılıyordu. Ya da şehadeteyni kabul ettiği halde İslam’ın ahkâmına boyun
eğmeyenlere hükümlere itaat etmelerini şart koşuyordu. Bu da gösterir ki,
bizlerinde aslen “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullâh” dediği halde hayatından
şirki atamamış insanlara Müslüman muamelesi yapabilmemiz için onların şirki
reddeden cümlelerini duymamız gerekmektedir. Bu, hadislerden elde edilen
güzel bir çıkarımdır.
3-) İmam Serahsî ve Aynî gibi âlimlerin
belirttiği üzere, Allah’ı birleyip Rasûlullâh’ı kabul ettiği halde şirk
içerisinde olan bir insan “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullâh” dese,
böylesi birine Müslüman hükmü verebilmemiz için kesinlikle onun ağzından
var olan şirkini reddeden bir cümle duymamız gerekmektedir, aksi halde ona
İslam hükmü veremeyiz.
İmam Aynî der ki: “Âlimlerimizin
çoğunluğu ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullâh’ diyen ehli kitap
birisinin İslam’ının sahih olabilmesi için şehadeteyni telaffuz etmesinin
yanı sıra birde ‘İslam dininin dışındaki tüm dinlerden beri oldum’ demesini
şart koşmuşlardır…”[Bedreddin el-Aynî, “Umdetü’l Kârî Şerhu Sahihi’l-Buhârî”, 8/5971]
Tüm bu nakillerden sonra diyoruz ki: Bu gün “Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Rasûlullâh” dedikleri halde şirk bataklığında boğulmuş, hayatlarının geneli
küfür üzere olan, yaşantılarına helal ve haram sınırlarını Allah’tan
başkalarının çizdiği, tâğuta kul ve köle olmuş insanların bu kelimeyi
söylemiş olmaları neticesinde kendilerine İslam’ı yakînen sabit olmuş
Müslümanlara yapılan muamelenin aynısının yapılması son derece tutarsızdır.
Bir kere bunların bizim nezdimizde İslamlarının sabit olması için
kesinlikle kelime-i şehadeti telaffuz ediyor olmaları yeterli değildir;
çünkü onlar bu kelimeyi –Kadı Iyaz’ın da belirttiği gibi– küfür ve şirk
halinde de söylüyorlar. Bizim onların İslamlarını kabul etmemiz için
kelime-i Tevhidi ikrar etmelerinin yanı sıra birde şirk akidelerinden
uzaklaştıklarını gösteren açık karinelere şahit olmamız gerekmektedir. Bu
karineler olmaksızın onlara İslam hükmü vermemiz ve bu tezimizi de
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den nakledilen hadislere
dayandırmamız hadislerin maksat ve muradını göz ardı ederek zahire
yapışmamızdan başka bir şey olmaz. Üstte görüldüğü üzere “Lâ ilâhe
illallah” diyen hatta buna “Muhammedün Rasûlullâh” cümlesini ekleyen Kitap
Ehli kimselere ulemadan hiç birisi –sırf bu şahadeti sebebi ile– Müslüman
hükmü vermemiştir. Onların Kitap Ehli olması ile asrımızdakilerin hüküm
açısından hiçbir farkı yoktur. Onlar Rasûlullâh’ın nübüvveti noktasında
şirke düşmüşken bu günküler Allah’ın en bariz hakkı olan “teşri” hakkını
kendilerinde görerek veya bu hakkı insanoğluna vererek şirke düşmüşlerdir.
Her iki taifenin de ortak noktası şirktir. Aralarında illet birliği
olduğundan dolayı onların ehl-i kitap olması, bunların ise kendilerini
İslam’a nispet etmesi sonucu değiştirmez.
İmam Muhammed
der ki:
“Kim daha önce üzerinde bulunduğu bilinen itikadının aksini ifade edip
(Müslümanlık iddiasında bulunursa) onun İslam’ına hükmedilir.”[ “Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr”, 4510. madde.]
Bizim, akidesi bozuk olan ve şirk içerisinde hayatlarını idame ettiren
insanlara İslam hükmü vermemiz –İmam Muhammed’in de belirttiği gibi– içinde
bulundukları itikadın hilafına bir şey ortaya koymalarından sonra mümkündür.
Örneğin hâkimiyeti Allah’ın elinden alıp başkalarına veren ve Allah’ı
göklere hapsedip yeryüzünde ilâhlık taslayan çağdaş Firavunlara itaat eden
birisinin bizler yanında Müslüman muamelesi görebilmesi için bu inancından
vazgeçtiğini izhar etmesi ve bizimde bunu bir şekilde öğrenmesi
gerekmektedir. Aksi halde sapkın itikadının hilafını izhar etmediği için
sırf kelime-i şahadet getiriyor diye tarafımızca onun İslam’ına
hükmedilmesi söz konusu değildir.
|